İçeriğe geç

Grev yasağı ne zaman kalktı ?

Grev Yasağı Ne Zaman Kalktı? Türkiye’de Emeğin Sessizlikten Söze Dönüşü

Bir Tarihçinin Gözünden: Sessizliğin Ardındaki Ses

Tarihi anlamak bazen sadece olayları değil, sessizlikleri de okumaktan geçer. Grev yasağı da işte böyle bir sessizlik dönemidir — emeğin sesinin susturulduğu, alın terinin kelimelere dökülemediği bir zaman. Bir tarihçi olarak dönüp baktığımızda, bu yasağın kalkışı yalnızca bir hukuki değişiklik değil, aynı zamanda toplumun kendi vicdanıyla hesaplaşmasıdır. Grev hakkı, yalnızca bir işçi talebi değil, adaletin toplumsal hafızaya yeniden yazılmasıdır.

Erken Cumhuriyet Dönemi: Hak Arayışının Sessiz Yılları

Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türkiye, sanayileşme sürecini henüz yeni yeni başlatmıştı. Bu dönemde öncelik, ulusal kalkınma ve ekonomik istikrar olarak belirlendi. Bu nedenle devlet, grevleri “ekonomik gelişmeye zarar verebilecek” unsurlar olarak görüyordu. 1925 tarihli Takrir-i Sükûn Kanunu ile birlikte işçi hareketleri neredeyse tamamen bastırıldı. Bu yasa, yalnızca siyasal muhalefeti değil, emek hareketlerini de susturdu. 1936’da çıkarılan İş Kanunu ise ilk kez çalışma koşullarını düzenledi, ancak grev hakkını açıkça tanımadı. Emek vardı, ama sesi yoktu.

1940–1960 Arası: Soğuk Savaş Gölgesinde Emeğin Denetimi

II. Dünya Savaşı sonrası dünya iki kutba bölünürken, Türkiye de bu yeni düzenin içinde yerini arıyordu. 1947’de kabul edilen Sendikalar Kanunu ile sendika kurma hakkı tanındı, ancak grev hâlâ yasaktı. Devletin bakış açısı netti: sendika, “gözetim altında hak arama” mekanizmasıydı. Bu dönem, devletin korumacı ama aynı zamanda baskıcı ekonomik anlayışının bir yansımasıydı.

Fakat toplumsal bilinç, yavaş yavaş değişiyordu. Şehirleşme artıyor, işçi sınıfı büyüyor, üniversitelerde yeni fikirler filizleniyordu. Grev yasağı, yalnızca bir yasak olmaktan çıkıp sembolik bir direniş konusuna dönüşmüştü. İşçiler artık sadece ücret değil, saygı talep ediyordu.

1961 Anayasası: Hakların Yeniden Yazıldığı Dönem

Türkiye’nin modern işçi hareketleri açısından en kritik kırılma noktası, 1961 Anayasası’dır. 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinin ardından hazırlanan bu anayasa, “sosyal devlet” ilkesini temel alan ilk anayasal metin oldu. İşte bu dönemde, grev hakkının önündeki engeller yavaş yavaş kaldırıldı. 1963 yılında çıkarılan 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu ile grev hakkı resmen tanındı.

Artık işçiler yalnızca üretim sürecinin değil, karar süreçlerinin de parçasıydı. Türkiye’nin dört bir yanında işçiler örgütlenmeye başladı, sendikalar güç kazandı. Grev yasağının kalkmasıyla birlikte 1960’ların sonu, adeta emeğin yeniden doğuşu oldu. 1968 Kavel Grevi, 1970’teki büyük işçi yürüyüşleri, bu doğuşun sesli yankılarıydı.

1980 Darbesi: Yeniden Sessizliğe Dönüş

Fakat tarih, daima düz bir çizgi izlemez. 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle birlikte grev hakkı yeniden kısıtlandı. Sendikalar kapatıldı, toplu eylemler yasaklandı. 1982 Anayasası grev hakkını korur gibi görünse de, “milli güvenlik”, “kamu sağlığı” gibi geniş yorumlanabilir gerekçelerle sınırladı. Bu yıllar, yeniden sessizliğin ağır bastığı dönemlerdi. Grev yasağı, bu kez sadece bir kanun değil, bir korku iklimiydi.

1990’lar ve Sonrası: Direnişin Yeni Biçimleri

1990’lı yıllar, küreselleşmenin, özelleştirmenin ve neoliberal politikaların etkisiyle emek mücadelesinin yeniden şekillendiği yıllardı. Grev hakkı yasal olarak vardı, ancak pratikte sık sık ertelendi veya yasaklandı. Buna rağmen işçiler, sokağın dışında da yeni yollar buldu: sembolik eylemler, iş yavaşlatmalar, dijital kampanyalar… Bu dönem, grevin biçim değiştirdiği ama ruhunu kaybetmediği bir çağ oldu.

Günümüzde, grev yasağı resmi olarak kalkmış durumda. Ancak bazı sektörlerde —özellikle sağlık, ulaşım, enerji gibi “hayati hizmetlerde”— hâlâ kısıtlamalar sürüyor. Yani hukuken özgür, ama fiilen gözetim altındayız. Grev hakkı bugün bile, yalnızca bir madde değil, süregelen bir mücadele alanı.

Bugünden Yarına: Tarihten Ders Almak

“Grev yasağı ne zaman kalktı?” sorusu, aslında bir tarih sorusu değil, bir bilinç sorusudur. Çünkü yasak kalktığı anda bile, toplum o hakkı içselleştirmediyse, özgürlük eksik kalır. 1963’te yasa değişti ama grev hakkı gerçek anlamda hâlâ kazanılmakta. Bugün işçiler, öğretmenler, sağlık çalışanları, hatta dijital emekçiler, aynı temel soruyu soruyor: “Emeğimin değeri kimin elinde?”

Bir tarihçi olarak şunu söylemek gerekir: Grev yasağı bir dönem kalktı, ama mücadele hiç bitmedi. Çünkü tarih, bazen bir yasağın kalktığı değil, bir bilincin uyandığı anla başlar.

Ve belki de asıl soru hâlâ geçerlidir: Bir toplum, emeğin sesine ne kadar kulak verir?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

şişli escort
Sitemap
hiltonbethttps://www.tulipbet.online/splash